28 Kasım 2010 Pazar

Apartmanımızdaki Fuhuş Yuvası

 Şu an salonumda Erasmuslu turuncu bir çocuk bölümden bir arkadaşıma ders anlatıyor. Ev arkadaşım çalışma odamda proje hazırlıyor. Ve ben kapıya koşup apartmanda yankılanan bağırışları dinlemekle buraya gelip yazmak arasında mekik dokumaktayım.

 Apartanımızdaki yeniyetme kızlardan biri, Gonca isimli bir arkadaşına evin anahtarını vermiş ve sevgili Goncagül bu anahtarı yükselen ateşini söndürmek için kullanmış anlaşılan. Çok azmışsanız ve başkasının evine birini atıyorsanız bu durumun her zaman sakıncaları olduğunu bilmek ve tetikte olmak gerekir. Örneğin siz uygunsuz bir pozisyondayken ki bu benim kafamda nedense birden yarıçıplak domalmış bir Goncagül ve arkasında küçük bir adam imajını canlandırdı, her an ev sahibinin sürprizsever annesi sizi basabilir. Çünkü unutmayın, eğer arkadaşınız üniversiteye yeni başlamış bir hazırlık çömeziyse size verilen bir anahtarın kopyası onun evhamlı annesinde kesinlikle vardır.

 Tüm bunlara rağmen yine de bu şapşal kızlar onca ağır lafı haketti mi bilemiyorum azmış Goncagül'e yardım ve yataklık eden kızın annesi! Kendi kızın da dahil o evdeki diğer iki kıza ve Goncagül'e (tamam o sinir harbi içinde günah keçisinin azgın Goncagül olması uygundur fakat...) "fahişeler! burası fuhuş yuvası değil! orospular! kaltaklar! aile kızı bunu yapmaz! bu evin kirasını ben ödüyorum, gidin 5 yıldızlı otelde yapın, burda değil 5 yıldızlı otelde becerin birbirinizi!" diye bağırması bence uygun değildi. Ayıp ettin sürprizsever anne, kınıyorum seni.

 Bir kere başta sen kendini böyle bir sahneye hazırlamalıydın o kapıyı açarken. Ergenliği süresince muhtemelen senin sıkı yönetimin sebebiyle bir bok yaşayamamış genç bir kızın var o evde. Hadi o kız masum diyelim, Goncagül azmış, Fatmagül'ün suçu ne!? :) Kızların  kapının üstteki iki kilidini de çevirmemesi büyük falso tabi, aptallıkları yadsınamaz bir gerçek. Ben o iki kilidi eve girmeye yeltenecek hırsızlar, tecavüzcüler için çevirirken eğer böyle bela bir anneniz varsa siz de onu düşünerek çevirmeliydiniz. Ayrıca annecim çok pardon ama "Gidin 5 yıldızlı otelde becerin birbirinizi..." nasıl mantıkdışı bir cümledir şu durum için. Sence bu yeniyetmelerin hiçbirinde birbirlerini bir gece becermek için 5 yıldızlı otele gidecek mangır olsa senin kıçıkırık evine mi kalırlar? Ha yapanı yok mu, var tabii...ama 5 yıldızlıda değil, bulabilirlerse içi boş tek yıldızlısında o da geceliğini Alman usulu paylaşıp vererek :))

 İşin en kötü yanıysa bizim apartmanın duvarlarının multi ince olması ve bu kavganın bütün apartman ahalisi tarafından dinlenmesiydi. Şimdi herkesin bu saf salak acemi kızları fişlemesine mi yanalım yoksa bayram tatilinde kapıcımızın kaçması sebebiyle onun dairesinde kalan ev sahibimizin de bu kavgaya kulak misafiri oluşuna mı. Hayır zaten kontrat sırasında bizle dalga geçer gibi bir triplere girerek "Yalnız bu apartmanın kuralları vardır erkek arkadaş giremez, Yahya kimlik kontrolü yapacak." demesi o an kıçımızı kıkırdatırken şimdi böyle bir olaya şahit olması tam oldu.

 Tüm bu olanlarsa beni kendime, bayram tatilinde Yahya kaçtıktan sonra, ev sahibi onun dairesindeyken ve herkes tatil için memleketine gitmişken acaba  apartmandaki tek dolu daireden gelen iniltili haykırışları duymuş mudur sorusunu sormaya itti.

Sürprizsever annemizin carlayan sesini oturduğum yerden hala duyduğumu gözönüne alırsak...evet beni ve Hanna'yı da duymuş olmalı :/

27 Kasım 2010 Cumartesi

Serena van der Woodsen Sendromu

Gossip Girl takipçileri bilir, hoş hatundur Serena. Kabul, öyle ahım şahım bir güzelliği yoktur aslında ama her daim ortamdaki tüm dikkati üzerine çeken, karşıkonulmaz bir albenisi vardır. Belli bir giyim tarzı da yoktur kendisinin, hatta öyle ki bu hatuna clubber giyinse de yakışır vintage giyinse de. Uzun sarı saçlarını sürekli orada burada savurup durmasınıysa içindeki "Ben mükemmelim." sesine bağlıyorum çünkü aramızda kalsın; bunu ben de çok sık yapıyorum. Güzel diyemesek de Serena için, hepimizin ortak bir noktada anlaşırız ki bu uzun boylu çekici yaratık, sexydir, işvelidir, cilvelidir ve birini tavlamak istediğinde işini çok iyi bilir.

 Gel gelelim bu hanım kızımızın geleneksel Türk toplumunda pek de hoş karşılanmayacak bir bakışı vardır hayata. Çoğu zaman hiç çekinmeden one night stand takılır, birçoğunda da gerçek aşkı bulmak adına kararsız kalıp etrafındaki birçok erkekle aynı zaman diliminin farklı bölümlerinde takılıp kendini aralarında bir tercih yapmaya zorlar. En nihayetinde şiddetli bir kafa karışıklığıyla genelde hepsinden birden olur. (Bknz: Dimyata Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak.)

 Serena'yla bugün neden bu kadar yakından ilgilendiğimize gelirsek: son zamanlarda tam üç arkadaşım Serena'ya benzetti beni. Bu durum hafiften hoşuma gitse de biraz ürktüğümü itiraf etmeliyim. Onlara neyimi benzettiklerini sorduğumda aldığım her cevap birbirinden farklıydı. Biri erkekleri tavlamak için kullandığı işveli cilveli tavırlarını benzetirken, bir diğeri çuval giyse yakışan, her ortamda kendine baktıran havasını benzetmişti. Gerçekten karşıcinsten birinden hoşlandığım zaman benim isteğim dışında içgüdüsel olarak devreye giren, onu tavlamaya yönelik hareketlerimin ben de farkındayım. Ve evet, en paspal halimle bile hatta üç gün yıkanmayıp leş bir halde dışarı çıktığımda bile her nasılsa insanların gözlerinin bana kaydığının da farkındayım. Üçüncü arkadaşımsa...işte bu sanırım en korkunç olanıydı şu pek de hoş karşılanmayan hayata bakışını ve yaşam tarzını benzetti.

 İşte o an anladım ki Gossip Girl'ün yazarı olan Cecily von Ziegesar'ın hayatının belli bir evresinde taşıdığı karakteri ile yoğun benzerlikler taşımaktayız. Çünkü Serena olmayan bir insan Serena'yı kolay kolay yazamaz, onu bu denli güzel anlatamaz. İşin aslına baktığımızda kötü bir kız değildir Serena. Bir miktar da saftır aslında. Aradığı şey basit bir şekilde aşktır. Onun aradığı aşkta yoğun şehvet aromasının yanısıra sevecenlik vardır. Yaptığı tüm hataların altında doğru erkeği bulma isteği vardır. Deneyerek, yanılarak devam eder yoluna ve gerçekten inanır bir gün doğru olanı bulacağına. Denediği her erkekle ilk günden birlikte olmasının sebebiyse her ne kadar kaşar oluşuna bağlansa da, bu bağnaz düşünceden çok uzak bir şekilde çok net bir açıklaması vardır. Onun için sexsiz aşk olmaz, olmayacaktır. Aslında bu düşünülenin aksine güzel bir deneme yanılma yöntemidir; birçok kadın bu yolla başlamış olsaydı ilişkilerini yaşamaya...belki de boşanma oranı düşerdi dünyada. Çünkü tensel-cinsel frekansı tutturamadığın bir adamla bir ömür geçirmek hiçbir kadının cezası olmamalıdır.

 Tüm bunların yanısıra, Serena doğru adamı bulmayı denerken onun statüsüne de pek bakmamaktadır. Yani onun için bu adamın zengin veya fakir, bir prens veya bir garson olması farketmemektedir. Hanım kızımız her telden çalabilmekte, karşısındaki kim olursa olsun yalnız ve yalnızca etkilendiği insanın doğru kişi olmasını umarak mutlu olmanın peşindedir. Her tecrübesinin sonunda tutmadığındaysa bu onu üzmek yerine bir ihtimali daha aradan çıkardığı için fazlasıyla haz vermektedir. Yaşadıkları onu kolayca yaralamaz, aksine her seferinde yeniden biryerlerden başlayabilmesi için onu şiddetle motive eder.

 Tüm bu Serena muhabbetini bağlayacağım nokta ise aslında çok da sürpriz olmayacak birçoğumuz için. Geçen hafta dans stüdyosunda yakın bir arkadaşım olan Mini Queen'in bana birşeyler anlatırken kurduğu bir cümleyi aynen aktarmak istiyorum: "Denedim bebeğim, inan denedim hiç ayırmadan sen biliyosun: rockerı, clubberı, zengini, fakiri, krosu, amelesi, babyfacei, scarfacei, serserisi, hanımevladı...yok! yok! hiçbiriyle olmadı, ama hayat uzun; denemeye devam edeceğiz."
Şimdi aslında üzerinde durup düşünmesek de, pek çoğumuzun hayatın akışı içinde birer Serena van der Woodsen Sendromu kurbanı olduğumuzun farkında mıyız kızlar :))
Umarım herkes birgün kendi Bay Doğru'sunu bulur ve deneyip yanıldığı her adam kendi hayat hikayesinde yanına kar, yüzünde de ufak bir tebessüm olarak kalır.

26 Kasım 2010 Cuma

Başlamadan Önce...



 2010 benim için yine karmakarışık geçen bir yıl oldu. Zaman zaman monotonluğu özlesem de, hayır şikayet etmeyeceğim. Edecek olsam çoktan Mr.Eleven'la barışmış hatta okulu bırakıp çoluk çocuğa karışmış olurdum.

2011'e iki aydan az bir süre kala ise yeni yıldan çok çok ümitliyim, her yeni yıl yaklaştığında olduğum gibi ki bu Polyannavari tarzımın en acı dışavurumlarından biri olsa gerek. Her seferinde Sertab Erener'in "Yeni bir aşk, yeni bir iş vs..." şarkısını hatırlar, içim kıpır kıpır olur sonra yeni yıl gelip ilk üç ayını sindirince ufaktan yol alır benim kıpırtılar, yerini "Yine mi yaa!" sitemleri  eşliğinde bir karamsarlığa bırakır. En azından kendimi tanıyorum derim hep. Evet çok şımarığım, evet ikili ilişkilerde bencilim; hem de bildiğin bariz bencilim, çok hata yaparım hem de öyle böyle değil saymaya kalksan sayılmaz ama kendimi tanıyorum. Tanıyorum ve ilginç bir şekilde seviyorum :)
Onlar da seviyorlar. Başta çok çok soğuk olduğumu ama içime girince nasıl ısıttığımı söylüyorlar hep...dostum dediğim insanlar sayılıdır, güven sorunum vardır; şüphe yakın arkadaşımdır.

 Bugüne dek tuttuğum günlükler eninde sonunda hep annemin gazabına uğramıştır. Kabul etmeliyim ki fena halde sorunlu bir ergenliğim oldu. Özgürlüğüme fazla düşkündüm, hep bir özelim olsun isterdim...hala da öyleyim. Değişense benim için her an endişelenen, gün içinde çalışıp koştururken bile aklı hep bende olan birtanecik annemin bunu artık çoktan kabullenmiş olması. Zamanında o, gizlice tuttuğum günlüklerimi itinayla arayıp bularak sakladığım yerden her çıkarışında evde büyük kıyametler koparken şimdiyse özel hayatımın ö'sünü duymak istemiyor. Ben anlatsam bile "Herkesin özeli kendine." diyip kestirip atıyor ama maalesef ki o'nun bunu kabullendiği gün, benim de günlük tutmaktan vazgeçtiğim güne tekabül ediyordu.

 Yine söylüyorum; kendimi tanıyorum. Dışardan bakınca çok hanım hanımcık duran ama inanılmaz asi bir insanım. Kim ne derse desin burnumun dikine giderim...ve işte tam da bu yüzden...bu güne kadar anneciğim, sana çektirdiğim ne varsa hepsi için çok çok özür dilerim. Ama hadi sen de itiraf et, beni seviyorsun...hem de beni tam da böyle seviyorsun :) çünkü çoğu zaman gençliğine benzetiyorsun, kimbilir belki de bende çok zaman önce yitirdiğin sen'i buluyorsun. Ve başlamadan önce, ben de söylemek istiyorum: Seni çok çok çok SEVİYORUM!

 Bir blog hazırlamak hep aklımın bir köşesinde olsa da bir türlü dürtmemişti şu malum zamanlarda gelen şeytan bunun için beni. Belki de doğru zamanı bekliyordur, belki de o zaman bu zamandır. Birkaç gündür karşıma çıkanlara "Bu bir işaret olmalı." diyip geçtikten sonra artık birşeyler yapmaya karar verdim. Çünkü dolu dolu geçen hayatımın ziyan olmasına gözyumamıyorum. Öyle hikayeler gelip geçiyor ki hayatımdan, bir gün gelip de ilerde yeni bir ben yaratmaya kalktığımda tecrübeyle sabit bu hayat derslerinin hiçbirinin hiçbir anını unutmak istemiyorum. Eğer bunu sadece gerçekten yıllar sonra bir gün planlı bir şekilde dünyaya getirmeyi düşündüğüm kızım için yapıyorsam elbette ki yayınlamamın hiçbir anlamı olmazdı haklısınız. Ama arkadaşlarımın tüm hikayelerimi bir solukta ve pembe dizi için tv'ye yapışırmışcasına dinlemesi beni tüm bunları insanlarla paylaşmamın hoş olabileceği fikrine itti :) ve bunda ilerde iyi bir yazar olmayı istememin de payı büyük. Blog haricinde yazmaya devam ettiğim romanımı yaklaşık iki sene içinde yayınlamayı düşünüyorum. Bununla ilgili bir diğer fikrimse, beğenilip senaryolaştırıldığı taktirde filminde veya dizisinde oynayacak kişilerin ünlü oyunculardan değil de benim arkadaş çevremden ya da halkın içinden uzun araştırmalarla, özenle seçilmeleri.

Öyleyse hoşgeldim diyorum kendime ve büyük bir mutlulukla başlıyorum hikayelerimi yazmaya...