27 Kasım 2010 Cumartesi

Serena van der Woodsen Sendromu

Gossip Girl takipçileri bilir, hoş hatundur Serena. Kabul, öyle ahım şahım bir güzelliği yoktur aslında ama her daim ortamdaki tüm dikkati üzerine çeken, karşıkonulmaz bir albenisi vardır. Belli bir giyim tarzı da yoktur kendisinin, hatta öyle ki bu hatuna clubber giyinse de yakışır vintage giyinse de. Uzun sarı saçlarını sürekli orada burada savurup durmasınıysa içindeki "Ben mükemmelim." sesine bağlıyorum çünkü aramızda kalsın; bunu ben de çok sık yapıyorum. Güzel diyemesek de Serena için, hepimizin ortak bir noktada anlaşırız ki bu uzun boylu çekici yaratık, sexydir, işvelidir, cilvelidir ve birini tavlamak istediğinde işini çok iyi bilir.

 Gel gelelim bu hanım kızımızın geleneksel Türk toplumunda pek de hoş karşılanmayacak bir bakışı vardır hayata. Çoğu zaman hiç çekinmeden one night stand takılır, birçoğunda da gerçek aşkı bulmak adına kararsız kalıp etrafındaki birçok erkekle aynı zaman diliminin farklı bölümlerinde takılıp kendini aralarında bir tercih yapmaya zorlar. En nihayetinde şiddetli bir kafa karışıklığıyla genelde hepsinden birden olur. (Bknz: Dimyata Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak.)

 Serena'yla bugün neden bu kadar yakından ilgilendiğimize gelirsek: son zamanlarda tam üç arkadaşım Serena'ya benzetti beni. Bu durum hafiften hoşuma gitse de biraz ürktüğümü itiraf etmeliyim. Onlara neyimi benzettiklerini sorduğumda aldığım her cevap birbirinden farklıydı. Biri erkekleri tavlamak için kullandığı işveli cilveli tavırlarını benzetirken, bir diğeri çuval giyse yakışan, her ortamda kendine baktıran havasını benzetmişti. Gerçekten karşıcinsten birinden hoşlandığım zaman benim isteğim dışında içgüdüsel olarak devreye giren, onu tavlamaya yönelik hareketlerimin ben de farkındayım. Ve evet, en paspal halimle bile hatta üç gün yıkanmayıp leş bir halde dışarı çıktığımda bile her nasılsa insanların gözlerinin bana kaydığının da farkındayım. Üçüncü arkadaşımsa...işte bu sanırım en korkunç olanıydı şu pek de hoş karşılanmayan hayata bakışını ve yaşam tarzını benzetti.

 İşte o an anladım ki Gossip Girl'ün yazarı olan Cecily von Ziegesar'ın hayatının belli bir evresinde taşıdığı karakteri ile yoğun benzerlikler taşımaktayız. Çünkü Serena olmayan bir insan Serena'yı kolay kolay yazamaz, onu bu denli güzel anlatamaz. İşin aslına baktığımızda kötü bir kız değildir Serena. Bir miktar da saftır aslında. Aradığı şey basit bir şekilde aşktır. Onun aradığı aşkta yoğun şehvet aromasının yanısıra sevecenlik vardır. Yaptığı tüm hataların altında doğru erkeği bulma isteği vardır. Deneyerek, yanılarak devam eder yoluna ve gerçekten inanır bir gün doğru olanı bulacağına. Denediği her erkekle ilk günden birlikte olmasının sebebiyse her ne kadar kaşar oluşuna bağlansa da, bu bağnaz düşünceden çok uzak bir şekilde çok net bir açıklaması vardır. Onun için sexsiz aşk olmaz, olmayacaktır. Aslında bu düşünülenin aksine güzel bir deneme yanılma yöntemidir; birçok kadın bu yolla başlamış olsaydı ilişkilerini yaşamaya...belki de boşanma oranı düşerdi dünyada. Çünkü tensel-cinsel frekansı tutturamadığın bir adamla bir ömür geçirmek hiçbir kadının cezası olmamalıdır.

 Tüm bunların yanısıra, Serena doğru adamı bulmayı denerken onun statüsüne de pek bakmamaktadır. Yani onun için bu adamın zengin veya fakir, bir prens veya bir garson olması farketmemektedir. Hanım kızımız her telden çalabilmekte, karşısındaki kim olursa olsun yalnız ve yalnızca etkilendiği insanın doğru kişi olmasını umarak mutlu olmanın peşindedir. Her tecrübesinin sonunda tutmadığındaysa bu onu üzmek yerine bir ihtimali daha aradan çıkardığı için fazlasıyla haz vermektedir. Yaşadıkları onu kolayca yaralamaz, aksine her seferinde yeniden biryerlerden başlayabilmesi için onu şiddetle motive eder.

 Tüm bu Serena muhabbetini bağlayacağım nokta ise aslında çok da sürpriz olmayacak birçoğumuz için. Geçen hafta dans stüdyosunda yakın bir arkadaşım olan Mini Queen'in bana birşeyler anlatırken kurduğu bir cümleyi aynen aktarmak istiyorum: "Denedim bebeğim, inan denedim hiç ayırmadan sen biliyosun: rockerı, clubberı, zengini, fakiri, krosu, amelesi, babyfacei, scarfacei, serserisi, hanımevladı...yok! yok! hiçbiriyle olmadı, ama hayat uzun; denemeye devam edeceğiz."
Şimdi aslında üzerinde durup düşünmesek de, pek çoğumuzun hayatın akışı içinde birer Serena van der Woodsen Sendromu kurbanı olduğumuzun farkında mıyız kızlar :))
Umarım herkes birgün kendi Bay Doğru'sunu bulur ve deneyip yanıldığı her adam kendi hayat hikayesinde yanına kar, yüzünde de ufak bir tebessüm olarak kalır.

0 yorum:

Yorum Gönder