8 Aralık 2010 Çarşamba

Hard Candy'nin Erkekleri - Volume 2



 Çok şekercik bitanecik Alvin'den sonra size biraz da bir fiyaskoyla sonuçlanan  Ken'den bahsedeceğim. Evet o'nun adı Ken, çünkü saçları tıpkı seneler önce küçük bir kızken çok özenerek ve anneme çok çok paralar ödeterek aldığım Barbie'min ilk kavalyesine benziyor. Sıradan bir Ken değildi o. Tıpkı Barbie'ninki gibi yumuşak, ipeksi saçları vardı. Diğer Ken'lerinki gibi kahverengi plastik bir kafadan ibaret değildi yani. Bir de kutusunun içinden çıkan bir tüp jölesi vardı bu özel Ken'in. Saçlarını Jöleleyip istediğin gibi şekil verir, istediğinde suyla yıkayıp temizler sonra başka bir şekil verirdin. Yüzü de de bilindik Ken'lerden farklı olarak çok daha karakteristik ve çekiciydi.Daha köşeli yüz hatları vardı ve daha erkeksi duruyordu. Yine de hatırlıyorum da... bu Ken'le oynamaktan çok Barbie'lerime komşunun oğlunun Action Man'lerini eşlik ettirmeyi tercih ederdim. Onların daha bir scarface olan havası her daim serseri halleri çok daha çekici gelirdi bana küçükken bile. Sanırım şimdi de Action Man'lerden şaşmamalıyım.


 Ken'le bir ay kadar önce benim bu dönem aniden ortaya çıkan Erasmus sevdam sayesinde internette tanışmıştık. Forumlarda daha önce Erasmus deneyimi olan, yardım alabileceğim birilerini ararken ona rastladım. Avatarında kendi fotoğrafını kullanmış ve foruma gerçek adı ve soyadıyla kaydolmuştu. Forumda oldukça aktifti ve hemen hemen her başlığın altındaki mantıklı yorumları göze çarpıyordu. Bir erkek sizi zekasıyla etkilemişse, hemen ardından bakacağınız şey herhalde tipidir. Fotoğrafı da işte tıpkı size şu tarif ettiğim Ken gibi olunca ani bir kararla şansımı denemek istedim. Facebook'tan adını soyadını arattım ve anında çıktı.Orada da profil fotoğrafı aynıydı. Tereddüt etmeden ekle butonuna bastım ve ardından bir mesaj gönderdim. Tabiki bu ilk mesaj Erasmusla ilgili, son derece masum bir mesajdı ve biz bir şekilde konuşmaya başladık. Başka bir şehirde okuyordu, birbirimizin  numarasını almıştık ve telefondan konuşmaya devam ediyorduk. Her nasılsa ilerleyen günlerde mesajlarımızın ilgi ve alaka boyutu azar azar değişmeye başladı, yön değiştirdi. İki haftanın sonunda Ken bana duygu yüklü derin mesajlar atmaya başlamıştı. Ben yalnızca gel takılalım derken o ise her fırsatta benimle ciddi bir ilişki, bir gelecek düşündüğünü ima ediyordu. Ciddiye almıyordum ama hoşuma gitmediğini de söyleyemezdim. Adam gerçekten yakışıklıydı, iyi bir bölümde ve okulda okuyordu. Entellektüel anlamda birikim sahibiydi ve mantıklı cümleler kurabiliyordu. Fotoğraflarından görüldüğü üzre takım elbise giydiğinde kendine yakıştırıyordu ve olması gereken düzeyde kas sahibiydi. (Tabi geldiğinde göbeği benim daha çok dikkatimi çekmişti ama neyse. Ev arkadaşım benim kaçığın teki olduğumu düşünüyor bu konuda. Onu nasıl kaçırdığımı anlayamıyormuş, artist gibi çocukmuş vs. ki o normalde benim beğendiğim adamları zor beğenir, tarzımız biraz farklıdır.)

Herneyse...bir ayın sonunda bir gün Ken pat diye aradı ve "Ben yarın geliyorum." dedi. Şaşırmıştım, "Peki." dedim ve hazırlıklara başladım. O gelene kadar önümde kullanabileceğim yalnızca 8 saatim vardı, çünkü Cuma ve Cumartesi geceleri çalışıyorum. İşe gidecektim ve sabahın 6'sında eve geldiğimi , onun da öğlen 2 gibi İstanbulda olacağını düşünürsek...evet ortalama 8 saatim vardı. Ben bu 8 saatin 6sını uyuyarak geçirdim ve bana kalan 2'lik kısımda kalkıp duş aldım. Biraz kendime gelip makyaj yaptım ve Kadıköye inip Ken'i aldım.
Bana göre daha ilk izlenim kısmında çoktan kaybetmişti. Yapılı bir adamdı, vücut olarak gerçekten erkeksiydi ama o vücudu taşıyamıyordu, kendine yakıştıramıyordu sanki. Yürürken çok salaş görünüyordu. Belki giyim tarzından, belki taşıdığı sırt çantası ya da güneş gözlüğünden bilemiyorum. Sadece birşeyleri beğenmediğimden emindim. Bana beni tahmininden ve fotoğraflarımdan çok daha güzel bulduğunu söyleyip samimi bir şekilde yanağımdan öptü. Her ne kadar ben aynı olumlu hisleri taşıyamasam da rol yaparak güldüm ve her zamanki ben olup işi zevzekliğe vurarak sempatik espriler yapmaya başladım. Bir ara aklımdan koşarak kaçmak geçtiyse de kendimi tutup oyunumu sürdürmeye devam ettim. Belki de benim göremediğim birşeyler vardır bu adamda ve ona biraz daha şans verirsem birkaç saat içinde görebilirim diyerek kendimi avutuyordum. Bir taksi bulmak için rıhtım boyunca yürümeye başladık. Bu sırada elimi tutumuş beni sıkısıkıya peşinde sürüklüyordu. Yüksek topuklu çizmelerimle onun büyük adımlarına yetişmekte zorlanıyordum. Nihayet bir taksi bulduk ve evime geldik.

Bu sırada ev arkadaşım ve sevgilisi bize güzel bir kahvaltı hazırlamışlardı. Daha önceden bunun için sözleşmesek de bu yabancıyı evimizde sıcak bir şekilde ağırlamaya karar vermiş gibiydik. Onlar da birkaç gündür Ken'i benim kadar merak ediyorlardı çünkü. Ev arkadaşım cana yakın bir insandır. Sevgilisiyse okuldaki 2. senemden beri ailem olarak gördüğüm yakın insanlardan biriydi. Hani kardeşinizi seçme şansınız olmaz da zorla seversiniz ya bazen, aramızdaki ilişki zoraki bir sevgi eşliğinde tam olarak böyleydi. Kahvaltı boyunca gerçekten Ken'e harika bir ortama düşmüş izlenimi verdiğimize eminim. Herkes böyle bir arkadaş ortamına gıpta eder çünkü. Güzel bir ev, samimi insanlar, süper bir kahvaltı sofrası...bu üçgen, güzel geçecek bir günün sinyallerini vermek için yeterli gibi görünüyordu ve onu yeterince kandırarak bu izlenimi vermiş gibiydik.

Kahvaltıdan sonra...akşam olmuştu. Evet, kahvaltıdan sonra akşam olmuştu. Genelde böyledir, biz kahvaltıları akşamüstü yaparız...birçok öğrenci gibi. Ev arkadaşım ve sevgilisi hazırlanıp dışarı çıktılar. Karşıya geçip birkaç arkadaşlarıyla buluşacaklardı. Bizse Ken'le başbaşa kalacaktık. Benim hala tereddütlerim vardı ve bu gergin halim ev arkadaşımın da huzurunu kaçırmıştı. Evden çıkmadan bir ara yanına gittiğimde bana Ken'i ne kadar beğendiğini, benim neden bu kadar tuhaf ve yapmacık davrandığımı sordu. Gerçekten de son derece yapmacık davranıyordum ama maalesef Ken, beni zerre kadar tanımadığı için bu durumun en ufak şekilde farkında değildi. O, gayet bana aşık triplerinde takılıyordu. "Önemi yok..." dedim ev arkadaşıma "...gidin siz, ben bir şekilde hallederim."

Onlar gidip biz Ken'le başbaşa kaldığımızda bir süre salonda oturduk. Sonra ben çok uykusuz olduğumu, yatmak istediğimi söyledim. "Tamam." dedi, benimle gelmek istedi. Benim için sakıncası yoktu, yani aslında vardı ama o an hala kendimi zorluyordum ona bir şans vermek için. Belki de bu kadar hayal kırıklığına uğradığım için, ondan ufacık bir elektrik alamadığım için hala kıvranıyordum belki bir umut olur diye. Odama doğru ilerlerken gayriihtiyari şekilde çelik kapımızın üç kilidini te kütür patır çevirdim. Bunu gerçekten planlamamıştım. Kapıyı kilitledim, çünkü ne zaman evde yalnız kalsam ve uyumaya gidiyor olsam yaptığım ilk şey bu olurdu. Ama az sonra sırf bu refleksim yüzünden sapık damgası yiyecektim.

Çok değil, 5 dakika kadar sonra üstümü değiştirip yatağıma girmiştim. O da gelip yanıma yatmıştı. Aniden bana dönüp "Buna gerek yok, böyle olmamalı." gibi saçmasapan birşeyler geveledi. "Ne demek istiyorsun?" diye sordum şaşkınca yatağımdaki yabancıya bakıp. "Bari önce birşeyler içseydik, ben böyle yapamam. Bir de kapıyı üzerime kilitlemeler falan. Ben böyle düşünmemiştim."

İçimden gülsem de gerçekten o an çok sinirim bozulmuştu. Adamın biri gelmiş on dakika önce beni içerde sıkı sıkı sarılıp öperken ki benim hiç hoşuma gitmiyordu, karşılık veremiyordum ama sırf ev arkadaşım ve üstelik sevgilisi de beğendiği için kendimi zorlayarak ona bir şans vermeye çalışıyordum...benim gıkım çıkmamıştı. Yanıma gelip yatmasına bile izin vermiştim ki bu en nefret ettiğim, tahammül edemediğim şeylerden biridir; uyumak benim özelimdir ve yalnız olmayı severim. Oysa kalkmış bana sanki ona tecavüz edecekmişim muamelesi yapmıştı.  Allahaşkına yaa! İzbandur gibi herifsin, ben üzerine çelik kapı kilitlesem seni eve kapasam kaç yazar! Parmağınla dokunsan uçarım zaten! O kadar gözüm döndü o kadar delirdim ki o an o triplerine "Kalk!" dedim, "...Kalk, git! Defol!"
Öyle bir tepki beklemiyordu herhalde benden. Alttan alıp sözlerini kıvırmaya çalıştı. Yok öyle demek istemedim de bilmemne de şöyle de böyle de. Daha fazla tahammül edemiyordum bu saçmasapan yabancıya. Gerçekten uyumaya ihtiyacım olduğunu, içeri gidip oturabileceğini ve isterse buzdolabında bira olduğunu söyledim. Adamı direterek odamdan kovdum ve tam 4 saat boyunca tek başıma uyudum. Arasıra gözlerimi araladığımda içeriden birkaç tıkırtı duyuyordum. Tahminimce sıkılmış, salon ve mutfak arası takılıyordu. Umursamadım, gerçekten umrumda değildi...o an tek istediğim kaybolup gitmesiydi ama adam benim için kaç saat yol tepip şehir dışından gelmişti ve lanet olsun ki siktiri çekecek kadar vicdansız olanıyordum.

Yine de gecenin ilerleyen saatlerinde bununla ilgili denemelerim olmadı değil hani. Dört saatin sonunda yatağımdan istemeyerek doğrulup şöyle bir gerindim. Derin bir nefes alıp üzerime sabahlığımı geçirdim ve salona doğru kararlı adımlarla ilerledim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde Ken'i koltukta-tv karşısında yatar pozisyonda buldum. "Sen hala burda mısın?" dedim. Bu gerçek bir sordu değildi anlaşıldığı üzere, 'Git artık.' mesajı taşıyan nitelikte bir sitem cümlesiydi daha çok ve sonrasında hararetli bir kavgaya tutuştuk. Adamı defalarca kovma girişimim her seferinde sonuçsuz kalmıştı. Öyle büyük bir özgüveni vardı ki... bana "Hayır aslında gitmemi istemiyorsun, beni çok yanlış anladın ama şimdi düzelteceğim." diyordu ben her carladığımda. Sonunda kesin bir tavırla gitmesini istediğimi eğer gidecek yeri yoksa kalabileceğini ancak içerki odada yatacağını söyledim ve kalkıp buz gibi bir hava estirerek odama, yatağıma geri döndüm.

Çok geçmemişti ki peşimden odaya girip ayakucuma oturdu. Duygu sömürüsü yapmaya başlamıştı ve ben de artık gerçekten sıkılmaya başlamıştım. Diğer yandan Lee mesaj atıyordu, "Keşke görüşseydik, seni özledim." diyordu. Bir telefona gelen mesaja bir de ayakucumda oturan Ken'in suratına baktım. O an Lee'nin kollarında uyuyor olmayı yüzlerce kez tercih ederdim ama yapmıştım bir eşeklik, cezasını çekiyordum. Ken son kozlarını oynamaya çalışıyordu. Allem etti kallem etti beni bir şekilde ona son bir şans vermem için ikna etti. Gecenin bir vakti çıkıp bize tekila aldı. Salona geçip sohbet ederek içtik. Biraz güldük eğlendik. Ama yine de olmadı olmadı olmadı. Beceremedim ben. Herkesin bayıldığı bu adama ben bir şans veremedim, içimden gelmedi, içim onu sevmedi hem de hiç sevemedi.

Saatimi uyumadan önce sabah 10.00'a kurdum, ama o çalmadan önce kurulmuş gibi ben uyandım. Alarmı iptal edip salona gittim. Ken bıraktığım gibi tv karşısındaydı. "Artık seni göndermek zorundayım. Sınavım var, ders çalışmalıyım." dedim bir günaydın bile demeden. "Anladım, tabi ben artık gideyim." dedi o da ondan kurtulmak için uydurduğum yalanı yemiş gibi yaparak. Onu apartopar gönderdikten sonra önce bir güzel temizlik yapıp evi toparladım. Sonraysa kendime terapi olsun diye şöyle güzeeel bir kahvaltı hazırladm. Bana memnuniyetsizlik veren bu yabancının üzerine mis kokulu bir çay demledim ve yudumlarken kendi kendime gülümsedim. İşte bir zai daha dedim içimden, benim sınavımdan geçemeyen biri daha.

Birkaç saat sonra ev arkadaşım geldiğinde beni merakla soru yağmuruna tutmaya başladı. Nasıldı? Ne yaptınız? Alışabildin mi sen? Anlat hadi çatlatma!

Ben olanları bezgin bir ifadeyle anlattıktan sonraysa bana sorduğu son soru şuydu : "Peki abi adama kahvaltı hazırladın mı aç mı gönderdin?"

"Aç gönderdim." :)

O'na kahvaltı hazırlamak bana göre onu ödüllendirmek olurdu, bir an önce kurtulmak istediğim bir adamı ödüllendirmekse aptallık.

Ev arkadaşımın "Ama bence adam çok iyiydi yaa!" yorumlarıysa benim bu defteri tamamen kapamamla son buldu.







0 yorum:

Yorum Gönder