2 Aralık 2010 Perşembe

Hard Candy'nin Erkekleri - Volume 1

Şimdi bunca yazıp çizip hayatımın çerezlerinden bahsetmemek olmazdı. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki 1-2-3-4... diye gidecek olan bu sıralamanın, onların benim hayatımdaki yeriyle, değeriyle, sırasıyla falan uzaktan yakından alakası yok. Önce hangisi gelirse aklıma onu yazacağım.

 İlk olarak Alvin'den başlamak istiyorum. Evet bildiniz: Alvin the Chipmunks! :)
Ona bu ismi takmamın sebebi gülümsediğinde son derece şirin görünen dudakları ve dişleri. Görüp görebileceğiniz en masum yüzlü, en güzel gözlü adam olabilir. Ben ki babyface sevmem, eriyip kaldım öyle diyim.Ama ne kadar tatlı olursa olsun aslında büyük bir eksisi varken kendini dünyanın en yakışıklı adamı ilan etmesine tahammül edemiyorum.

 Hikayenin başına dönersek...Hanna ile yine çok sıkıldığımız bir akşam, Kadıköy'e inip birkaç bardak bira içmeye karar vermiştik. Benim sıkıntılı halim, yine her zaman olduğu gibi şu meşhur "Keşke birileri olsa da oyun oynasak." cümlemi doğurmuştu. O akşam ne kadar alakasız adama mesaj attıysak hadi gelin diye, ilginçtir ki aylardır bizimle bir kerecik görüşmek için yalvaranların hiçbirinden ses soluk çıkmıyordu.



En sonunda Hanna'nın aklına bir süredir görüşmediği ilk aşkı geldi. Ben ona Beckham diyeceğim, çünkü gerçekten benzediğini düşünüyorum. Hanna ve Beckham'ın yıllardır süregelen çalkantılı bir ilişkileri var.Hayatlarına giren kadın ya da adamlara karşın arada sırada hala görüşüp kaçamak yapabilme ve bundan keyif alabilme lüksüne sahipler. Hoş, son zamanlarda Hanna bundan hiç de keyif almadığını söylese de ben yine de Beckham'ı görüp eğlenerek eski günleri anmaktan mutluluk duyduğunu düşünüyorum.

 Herneyse...eşlik edecek kimseyi bulamayınca, Hanna aniden "Bir fikrim var aslında." dedi yine o herzaman beni ürküten gizemli bakışlarıyla. Bir an tereddüt ettiysem de sormaktan çekinmedim :) çünkü eğlenmeye ihtiyacım vardı. Benim gülümsememe karşın o planını anlatmaya koyuldu. "Şimdi bebeğim, Beckham'ın çok yakışıklı, fena bir arkadaşı var. Ben buna bugüne kadar 5-6 kız ayarlamaya çalıştım ama hiçbirini beğenmedi. Şimdi düşünüyorum da bence seni beğenir, hatta beğenecek!"

 Şaşırmamıştım o bakışların altından çıkan bu muzır cümleye. Hanna'yla ne zaman bir araya gelsek çılgınca şeyler yaparız çünkü. "Ben onu beğenecek miyim acaba, önemli olan o!" dedim kendimden son derece emin bir edayla. Beckham'ı aradı hemen, nerede olduğumuzu, ne kadar sıkıldığımızı anlattı bir çırpıda ve gelmelerini istedi. Mırın kırın etti adamımız başta; "Çok meşgulüm, zaten Alvin'in de ders çalışması lazım." tarzında atlatma cümleleri kurdu, ama telefonu kapatmadan da açık bir kapı bırakmayı ihmal etmedi: "Yine de Hard Candy, Alvin'i facebooktan bir eklesin bakalım."

 Peki soruyorum size, bu erkek milleti nasıl bu kadar basit olabilir!!! Dediği gibi, Alvin'i facebooktan ekledim ve çok değil, 2 dakika sonra Hanna'nın telefonu tekrar çaldı. "Biryere ayrılmayın, yarım saate ordayız."

"Gerizekalı." dedim içimden, hatta hem içimden hem dışımdan. Herhalde beğeneceksin beni! Olay benim seni beğenip beğenmemem. Biraz mütevazı olsan ölür müsün? O "Ben Kralım" havasına karşın kendine fazla güveni olmasa gerek; facebookunda görünen çok az fotoğrafı vardı. Ben o kadar şekilci bir insan olmadığım için çok da incelemedim zaten, gelsin iki hoş beş eder oyalanırız kafasındayımdır her zaman. Çünkü benim için tanınan her yeni insan yeni bir tecrübedir. Ve ben aslında o akşam tam da o sıralarda benim için şu an bu kadar önem kazanacağını bilemediğim , hiç mi hiç tahmin edemediğim Lee ile mesajlaşıyordum. Daha doğrusu sırf cevap yazmış olmak için eften püften şeyler yazıp saçmalıyordum.

 Kadıköy – İncir’de, Hanna ile biralarımızı yudumlayıp sıkıntıdan cep telefonlarımızla ilgilenirken birden karşımızda iki adam belirdi. Başımı telefondan hafifçe kaldırıp genç adamlara doğru bir bakış attım. Biri, fotoğraflarından aşina olduğum Beckham’dı, diğeriyse daha önce hiç görmedğim kadar masum,yeşil bakışlara sahip Alvin’in ta kendisi olmalıydı. Birkaç saniye büyülenmiş halde öylece donakalıp sonunda Hanna’nın dürtmesiyle yerimden kalktım. Öpüşüp el sıkışıp geri oturduğumda, suratıma yerleşen anlamsız sırıtışı yok edemiyordum. Bu kadar etkileneceğimi tahmin etmemiştim açıkçası, beklediğim çok daha sıradan bir tipti. Hanna, bana daha önce de canımın sıkıldığı anlarda birkaç çerez ayarlamıştı ama bu standardın fazla üstü gibi gelmişti o an bana. Neyse ki bu denli etkilenip büyülenen yalnızca ben değildim, Alvin de bana inanılmaz tatlı bakıyordu.

 Hanna bir ara kulağıma eğilip “Sana nasıl baktığının farkında mısın!” dedi heyecanla,
 “Yaa…” dedim “…farkındayım,ama şu an beni utandırıyorsun!” 
...evet, nadir zamanlarda Hard Candy de utanabiliyor her insan evladı gibi :) Ardından tekrar fısıldayarak ekledim: “Lanet olsun ki regl oluyorum! Şu an sinirimden ağlayabilirim!” 

 Gecenin ilerleyen saatlerini düşünerek Hanna’nın kulağına doğru ettiğim bu sitem birkaç dakika sonra İncir’in tuvaletinde devam ediyordu.
“Off...” dedi Hanna, “…ne varmış regl oluyorsan, sanki daha önce hiç yapmadın öyleyken.”
Dudaklarımı büktüm mutsuzca. “Evet ama hoşlanmıyorum öyleee :( ”

Gerçekten de hoşlanmıyorum, yeterince rahat hissedemiyorum, kendim olmam gereken anda korkak davranıyorum. Ama onun umrunda bile olmayacaktı…erkek işte.
Geri dönüp bir yandan biralarımızı içip bir yandan sohbete devam ediyorduk. Alvin’le düşündüğümün aksine pek çok ortak noktamız vardı. Öyle ki birkaç dakika içinde konuşacak pek çok şey bulmuştuk. Bizim birbirinin peşisıra ilerleyen hararetli sohbetimiz Hanna ve Beckham’ı da şaşırtmıştı. Yaklaşık bir on beş dakika sonraysa biz tamamen susmuş büyük bir sıkıntı içinde Hanna ve Beckham’ın alışılagelmiş tartışmalarını dinliyorduk.

Alvin aniden elimi tutup beni kaldırdı ve hızlı adımlarla ilerlerken beni de peşinden sürüklemeye başladı. “Sence de fazla sıkıcı olmadılar mı? Gel biraz hava alalım.” diyordu gülen yeşil gözleri ve tatlı dudaklarıyla. “Hayır.” demem imkansızdı, o an ona karşı koyacak kadar kendimde değildim, çünkü dakikalar önce beni benden almıştı. Beni kapının önüne çıkardı. Girişteki büyük aynada birkaç dakika beni ve kendisini süzdü. Çok büyük ihtimalle o an aklından ne derece yakışıp yakışmadığımız geçiyordu. 


 Boyumu sordu, “1.74” dedim ve onunkini sordum. “En son 1.85’tim ama nedense senin yanında daha kısa hissettim.” dedi ve gülümsedi. Dur sen duuur, daha ‘küçük’ hissedeceksin benim yanımda, ‘zayıf’ hissedeceksin ‘ezilmiş’ hissedeceksin…bu henüz hiçbirşey. Aynanın önünde bir süre oyalandıktan sonra hiç beklemediğim bir anda beni tuttu ve kendine çekip dudaklarıma yapıştı. 


 İşte bu, gerçekten harikaydı. Güzel öpüşüyordu ve ben de öyle …fakat aslında olay güzel öpüşmek değildi, öpüşürken o tatlı frekansı yakalayabilmekti ve bizim frekans yalnız 3 dakikalık yayında bile bütün reytingleri toplamış, tavan yapmıştı. O adam gelip “Arkadaşlar biraz ayıp olmuyor mu?” diye hafiften bir uyarıda bulunmasaydı sanıyorum ve abartmıyorum saatlerce devam edebilirdik. Bir yabancıyı öpmek daha önce hiç bu kadar hoşuma gitmemişti.




Birkaç saat sonra benim evime geçmeye karar vermiştik. Kesinlikle sarhoş değildik, son derece ayık olduğumu çok net hatırlıyorum ama taksiye varana kadar ne o kendini beni öpmekten alıkoyabilmişti ne de ben. Dördümüz birden taksiye binmiştik. Hanna ve Beckham en azından taksiciden laf yememek adına takside bizi ayırmayı tercih etmişler ve Alvin’i öne oturtmuşlardı. Yalnızca gülümsemekle yetindim ve arkama yaslanıp yolu izlemeye koyuldum. Çok geçmeden Alvin arkasına doğru dönüp taksiciye yolu tarif etmem gerektiğini söylemişti. Ona doğru eğilirken amacım beni daha iyi duyabilmesi için taksiciye yaklaşmaktı ama muzır insan önüne dönmediği için ben yolu tarif etmeye çalışırken o tam burnumun dibinde duruyor ve dudaklarını dudaklarıma yaklaştırıp yine o tatlı bakışlarıyla gülümsüyordu. Tabi ben o an yolu ne ölçüde tarif edebildiğimden emin değilim, en son taksiciye bakıp kekelediğimi hatırlıyorum. Herhalde bir senedir bu kadar aptala bağlamamıştım, adam birkaç saniye içinde beni nasıl bu kadar sersemletebiliyor anlayabilmiş değilim.



Eve vardığımızda önce yerleşip, yolda aldığımız tekilamızı içtik. Biraz sohbet muhabbetten sonra, o beklenen an gelmişti. Hanna ve Beckham’ın içeri gitmesiyle baş başa kalmıştık. Hoş, değişen pek bir şey olmamış gibiydi…onlar yanımızdayken de vücudumun heryerini öpüp beni utandırıyordu…onlar gittikten sonra da. Dayanamayıp ben yapıştım bu kez dudaklarına ve ateşli bir şekilde sevişmeye başladık. Yeterince vakit geçtiğini düşündüğümden ve gittikçe sabırsızlandığımdan olsa gerek bir süre sonra artık işin boyutunun değişmesi için içgüdüsel olarak elim onun malum noktasına kaymıştı çünkü ben yapmasam onun yapacağı yok gibiydi. 


Ama o da ne! Beklenmedik bir sürprizle karşı karşıya kalmıştım. Dakikalardır kendimi helak etmeme rağmen hiçbir sertlik alameti yoktu Alvininki’nde. Elimi oradan çekip beni tekrar öpmeye başladı. Şaşkındım, görüntüde böyle afet bir adamdan tabiki böyle fos bir performans beklemiyordu insan. Yine de onu utandırmamak adına bozuntuya vermedim ve tatlı dudaklarını öpmeye devam ettim. Ama 1-2-3 tık yok… bu arada kendini görsel olarak tahrik etmek için sürekli bana “Kendine dokun, izleyeceğim.” diyen bir tip düşünün, içimden ya sabır çeke çeke gıkımı çıkarmadan itaat ettiğimi düşünün…4-5-6 hala tık yok… e pes artık dedim. Bir noktada tepem attı yapmadığım şebeklik kalmadı neredeyse. Evin farklı köşelerine mi gitmedim, topuklular, kıyafetler mi giymedim, havaya girsin diye yalandan orgazm çığlıkları mı atmadım…bir amuda kalkmadığım kalmıştı herhalde.

 “Olmuyorsa olmuyordur, niye bu kadar zorluyorsun kendini?” dedim sonunda bıkkın bir halde. Onu rencide etmek istemiyordum ama gerçekten sıkılmıştım+yorulmuştum ve uykum gelmişti.
“Öyle söyleme lütfen, ben seni mutlu etmeyi çok istiyorum.” dedi bana o etkileyici yeşil bakışlarını atıp.
“İyi de ben böyle mutlu olmuyorumki!...” dedim, sonra birden bu cümlemin onu derinden yaralayabileceğini fark edip devam ettim “…Normal bir şekilde oturup bir şeyler içerek, muhabbet ederek de mutlu olabilen bir insanım ben.Hadi gel içeri gidip oturalım.” 


Az önceki gafımı kıvırmaya çalışıyordum ama söylediklerime ben bile inanmamıştım.

“Şimdi sen kendini suçluyorsun; bu kadar güzel ve seksi bir hatunken ve iki dakika içinde etkileyemediğim kimse yokken şimdi neden böyle oldu diye dimi?Lütfen bunu yapma” dedi bana üzülerek.

Güldüm, buna gerçekten kendimi tutamayıp güldüm ve “Hayır tabiki, kendimi suçladığım falan yok.” dedim.

Alaycı ifademden işe diğer açıdan ve acı olan gerçek yanından baktığımı, maalesef o kadar zeki olduğumu anlamış olacak ki “Öyleyse benim erkekliğimi sorguluyorsun?Lütfen bunu da yapma.” dedi bu kez gerçekten üzülmüş, suratı düşmüştü. 


Kendimi o an gerçekten iğrenç hissetmiştim, öyle masum görünümlü bir varlığı nasıl bu denli incitebilirdim tanrım! Ben henüz söyleyecek hiçbir şey bulamamışken o utanarak devam etti. “Of! Keşke bu sonuncuyu söylemeseydim.”

Onun o mahçup haline dayanamayıp yine gülmüştüm. Evet söylememeliydi, bir erkek bunu kolay kolay kabul etmezdi ama şu an sarhoştu ve benim için eksik yanını kabul etmesi, etmeyen bir erkeğe göre ona x1500 avantaj sağlardı. Çünkü öyle çok kompleksli erkek tanıdım ki, kusursuz rolü yapmalarındansa kendileriyle barışık olmalarını tercih ederim. Böyle çok daha sevilesi oluyorlar :)

Bu kısa ve acı diyaloğumuz üzerine daha fazla durmayıp karşımdaki yaralı köpek yavrusuna büyük bi şefkatle sarıldım ve onu öpmeye devam ettim. Bir süre oturup konuştuktan sonra onu bir şekilde tatmin ettim ve sonra görevimi yerine getirmiş olmanın huzuruyla yatıp uyumamız gerektiğini söyledim.
Bu kez bana “Nasıl uyursun, sarılıp mı ayrı mı?” diye sordu.
“Ben genelde ayrı uyurum.” dedim içimden onu tekrar kırmamayı umarak ve tereddütle vereceği tepkiyi bekler bir halde yüzüne baktım.
“İyi, ben sarılacağım.” dedi ve beni kendine çekip sıkıca sarıldı, gözlerini yumup rahatça uykuya daldı.
Kollarının arasında göğsüne doğru sokulmuşken kendi kendime gülümsedim. O an ona inatla “Hayır, seninle uyumayacağım.” derdim ama demedim…diyemedim, gerçekten çok tatlıydı ve içten içe o an bana ihtiyacı vardı.

 Ertesi sabah uyanıp onları evden gönderdikten ve Hanna'yla baş başa kaldıktan sonra derin bir oh çekip kendimizi yatağa attık. Orta yerde sereserpe duran leopar desenli topluklu ayakkabılarımı görünce tek kaşını hayretle kaldırdı ve bana topukluların akıbetini sordu.
Bense arkadaşımın yüzüne bezgin bir ifadeyle bakıp “Sorma.” dedim… “Dün geceyi bana sakın sorma!”

0 yorum:

Yorum Gönder